3 Ekim 2016

ZEKİ DEMİRKUBUZ FİLMLERİNDE 'KADIN'


         Zeki Demirkubuz,  gelişen Türk sinemasının minimalist ve yaşamın kenarında yaşayan insanları ele alışıyla bir  “auteur” olarak nitelendirilebilinir. Her ne kadar Demirkubuz sineması için “sade, sıradan, basit; içten, gündelik hayatlar”  diyerek nitelendirilse de, yapılan incelemede, yaşamın kıyısında kalmış, hiçbir kültürel boyuttan, gelenekten, aile yapısından, toplumsal birliktelikten beslenememiş, sentimental bir yaklaşımla ele alınmış, arabeske vardırabilinecek melodramatik etkiyle bezenmiş “ayrıksı” insanların konu edildiği düşünülmektedir. Kadın teması üzerinden değerlendirildiğinde hemen hemen bütün Demirkubuz filmlerinde kadın “kötüdür”, karşıtların birliğinden hareketle iyi x kötü çatışmasına dayanan önermelerinde erkek, “iyiliğiyle” öne çıkarken, kadın” habis” biçimde ele alınmıştır. Bu yanıyla Demirkubuz, Ceylan’daki seksist açıyı, bir basamak yukarıya çıkararak mizojine vardırmıştır. 
      Aspergere dönüşmüş aşkın anlatıldığı “Masumiyet”te Uğur, hapishanede olan serseri aşığı Zagor’dan asla vazgeçemeyen kadındır, hamile iken Zagor’dan dayak yer ve bu nedenle çocuğu sağır ve dilsiz olur; ancak  Zagor’dan vazgeçemez. Yaşamını idame ettirmek için fahişeliği seçer. Uğur, Bekir’in karşılıksız aşkına hiçbir zaman umut vermemesine ve onu uyarmasına karşın, yine de Bekir’in hazin sonundan sorumlu olur. İzleyicinin özdeşlik kurup uğur üzerinden acıma hissiyle “katharsis” yaşanmasına izin verilmez, kadın Demirkubuz sinemasında anti-kahramandır.


         Melodramın daha çok kadınla ve kadının başına gelen trajedi ile ilgilendiği bilinir, duygusallık da kadına atfedilen zayıf bir özellik olduğu için erillikle bağdaştırılmaz. Fakat Zeki Demirkubuz, kaderin önünde savurduğu erkek kahramanlarını, melodramda bir kadının başına gelebilecek en acılı trajediye sürükler. Kuşkusuz yönetmenin, ‘erkek melodramı’ yapıyor tartışmalarının sebebi de budur. Zeki Demirkubuz sinemasal estetiğinde abartı ve aşırılık en temel ögelerdendir, bu “kadına” karşı bakış açısı, olay örgüsü, önerme ve mekan algısyla da karşımıza çıkmaktdır. Anlattığı, tariflediği “kişiler” pek çoğumuzun ömür boyu karşılaşamayacağı cinsten “ayrıksı”dır. Masumiyet’teki kaderine boyun eğmiş Yusuf’un kendinden geçmişliği ya da çocuğun dilsizliği, Kader’de Bekir’in aşk uğruna kendinden ve ailesinden geçişi hep aşırılık yüklüdür . “Negatif kurulmuş özne konumu genelde Asya, özelde Yeşilçam melodramlarında çoğunlukla kadın kahramanlar için geçerliyken, Demirkubuz’un filmlerinde erkek kahramanları bu konumda görürüz” .


     Yusuf ve Bekir kendi kaderleri üzerinde en ufak bir söz hakkına sahip değildir. Aksine Demirkubuz’un film evreninde ‘kader kurbanı’ olma kültürünün birer öznesi olarak var olurlar. Kahramanlar özellikle Bekir ve Yusuf sürekli Yeşilçam melodramı seyrederler. Onların kendi dünyalarındaki acıları görselleştiren bu melodramların sürekli olarak onlar tarafından seyredilmesi tesadüf değildir. Bekir de Yusuf da yaşamlarını en az bir melodram kahramanı kadar yoğun, abartılı ve acılı yaşar. Özellikle Masumiyet’teki aşk tasavvufi bir temele dayandırılarak anlamlandırılmaya çalışılsa da, “takıntılı”  kişilik bozukluğu, yaşamın hiçbir yerinde varolamamış ve varolamadığını fark ettiği noktada elindeki tek aidiyet olan; saplandığı aşka  daha da tutunmuş, rasyonalist dünya düzeninde, sağlık ruh yapısına sahip insanların düzleminde yeri olmayan yozlamış, kokuşmuş kayıp ilişkilerdir izlediğimiz. Oysa ki akılcı ve akıl ve ruh sağlığı yerinde olan birey böyle değildir. Hangi çevrede yetişmiş olursa olsun rasyonalizmin ve dingin ruhun getirdiği sağduyu  hiçbir sosyo-ekonomik sınıfa ait değildir. Örneğin Uğur’un ailesini, hatta çocuğunu hiçe sayarak şehir şehir gezmesi “budalalık” dışında; ancak yarım kalan “temiz” yaşamına dönemeyecek oluşu olarak açıklanabilir. “Aşk” denilen duygunun peşine düşebilmek için ateşleyici olan hiç değilse “bir kez “olsun anımsandığında gülümsetecek bir “anla” var olabilir. Ancak bu filmlerde bahsedilen tek bir “an” yoktur. Dolayısıyla peşine düşülen “şey”, filmin yaratıcılarının bir takım iç hesaplaşmalarının, hezeyanlarının ötesinde değildir. Bu sahicisizliğe inanmak da imkânsızdır.

           Demirkubuz’un karanlık üzerine öyküler üçlemesinin ilk filmi olan,  A.Camus’nun “Yabancı” sından esinlenilen  “Yazgı”da, sonsuz, umutsuz atalet, insanın nedensizlik arayışına tanık olan, hayatın hiçliğine inanan Musa da aldatılır. O kadar nedesiz yaşamaktadır ki, Sinem ilişkide olduğu evli patronundan geleceğe dair “bir şey” olmayacağını anlayınca Musa’ya evlenme teklif ettiğinde kabul eder. Komşusu pezevenk Necati de, aldatıldığı sevgilisiyle cinsel ilişkiye girdikten sonra onu kapı önünde döverek intikamını almıştır. Musa, nedensizce Sinem ile evlenir. Patronu ile Sinem’i kendi yatağında aldatırken yakalar; fakat hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam eder. Eserin orijinal halinde her ne kadar kadın-erkek ilişkileri temel oluşturmasa da, Demirkubuz uyarlamasında tema yeni bir şekil kazanmaktadır. Burada da diğer filmlerinde olduğu gibi Sinem, nedensiz biçimde bir nevi ruhuyla “fahişelik” yaparak kocasını aldatır. Finalde Musa onu bu haliyle de kabul eder.
               Kader’de Uğur’un bi erkeğe saplanıp kalması adeta genetiktir, annesi de evli olan sevgilisi Cevat’a saplantılıdır, üstelik hasta yatan kocası evde olduğu halde ilişkisini sürdürmektedir.  Ailenin geçimini sağlayan, koruyup kollayan Cevat kıraathanede sevgilisinin oğlu Kudret’e pandik  attığı için kavga ederken Uğur’un arkadaşı Zagor tarafından bıçaklanır. Cevat ölünce Uğur ve annesi orospu, erkek kardeşi Kudret “homoseksüel” olur.

         İtiraf filminde ise sosyo-ekonomik seviyeleri yüksek olan bir aile olan Nigün ve Harun konu edilmektedir. Nilgün sebepsiz yere kocasını aldatan bir kadındır. Kocasını terk edip evli bir adama kaçar.
         Demirkubuz filmlerinde, mekân ve uzam belirsiz olmasına karşın zamanın da acımasız bir unsur olarak altı çizilir. Zamanla her şey daha iyiye gitmemiştir. Aksine zaman, daha fazla felakete sürükler ve acılar katlanır. Bu bağlamda yaratımcının “kendisi” için dahi beyaz perdeye uyarladığı yapıtın ufacık da olsa “umut” barındırması, hiç değilse sanat alıcısının sinema sanatına yakınlık kurabilmesi açısından önemli olduğu düşünüldüğünde Demirkubuz filmlerine göre türk toplumu değerlendirilecek olsaydı her biri birer “fahişe” olan kadınlardan oluşan bir cehennem görmek işten bile olmazdı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder