27 Eylül 2016

NURİ BİLGE CEYLAN FİLMLERİNDE KADIN KAVRAMI


       



          Nuri Bilge Ceylan, 1990 sonrası oluşmakta olan yeni kuşak Türk sinemacılarının arasında kendi anlatım dilini oluşturmayı başarmış ve sanatına yansıtmış yönetmenlerin başında gelmektedir.
            Öncelikle “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi incelenecektir.
        Yönetmenin seksist bakış açısındaki en belirgin filmi “Bir Zamanlar Anadolu’da”dır. Filmde repliklere varıncaya dek altı çizilerek son derece didaktik biçimde cinsiyetçilik anlayışının hakim olduğu görülmektedir. Filmde ''görünen'' ve yaşayan yalnızca iki kadın vardır. Biri güzelliğiyle gecenin bir yarısı bütün adamların dikkatini çeker, diğeri ölen adamın “kocasına ihanet eden” karısıdır. Filmde “görünmeyen” ve “ölü” de üç  kadın vardır. Biri yalnızca fotoğraflarını gördüğümüz doktorun ayrıldığı eşi, diğeri savcının ölen eşi, bir diğeri ise Komiser Naci’nin telefonda “dır dır yapan” dominant eşidir. Bu kadınlardan savcının eski eşinin güzel olduğunu öğrendiğimizde filmde, güzel kadınlar hedef alınarak cinsiyetçiliğinde ötesine geçilerek faşist bir söylemle kadının hakir görüldüğü gözlemlenmektedir. “Görünen” kadın olan muhtarın kızı da güzel kadın imgesiyle karşımıza çıkar; “güzel kadın”a niyet okuyuculuğu yapılarak habis gelecek ön görülmesi, kuşkusuz gözden kaçmamıştır. Yine komiser Naci’nin Nerede bir karışıklık görürsen kadına bakacaksın ve Kadınlar bazen çok acımasız olabiliyor vb. cümleler kurması da filmdeki seksist bakış açısına birer örnektir. Savcının ölen karısı kocasının ihanetini affetmediği için, intikam uğruna intihar ederek kendi öz kıyımını gerçekleştiren bir günahkar olarak çizilmiştir.



     Alt metinde  filme konu olaylar kadınlarla ilgili olarak gelişmektedir, Muhtar’ın Kızı Cemile dâhil,  filmdeki kadınlar erkeklerin yaşamlarını adeta birer “femme fatale” olarak yıkıma sürükleyen bir bakıma “baht dönüşü” yaşatanlardır. Filmdeki cinayet  bir kadın meselesinden dolayı işleniyor, kadınla ilgili iki insandan biri sevgilisi, katil diğeri de maktul, kocası oluyor. Öte yandan, Cemile çay sunarken, evdeki bütün erkekler yaşamlarındaki kadınları ışık vuran onun yüzünde hatırlıyor ve hatırladıkça mazi ve haldeki ruh hallerini ortaya çıkarıyorlar. Cemile’nin elinde taşıdığı tepsideki gaz lambası, patetik bir alegoriyle bilinçaltlarındaki kadınların ortaya çıkmasına neden olan bir “epiphany” yaşatmaktadır.
       Filmin Batı'da neden sevildiğine ilişkin olarak ,son derece oryantalist bir panorama çizmesi neden olarak görülebilir. Oryantalizm, Doğu’nun ruhunu yansıtmaktan çok Batı’nın aklını açığa çıkarma çabası olarak tanımlanmaktadır[1]. ‘’Modern oryantalizmin kapitalizmin bir parçası olduğunu’’ iddia eden Edward Said’in deyişiyle: ‘’Avrupa’nın Doğu fikridir, sömürgeciliğin keşif koludur ve İslam’a düşmandır.’’ Oryantalizm Batı’nın Doğu üzerindeki üstünlüğünü kanıtlamaya çalışırken aynı zamanda Batı’nın Doğu’ya ve özellikle korktuğu İslam’a saldırmasını  da haklı çıkarmaya çalıştığı için Doğu’yu daima bir başka şeye benzetmek  ve var olanın içerisinden kendisine tehdit oluşturacak olanı çarpıtmak zorundadır. Bu çarpıtma kendine özgü olanı değil var olanın belirli yönlerinin öne çıkarılarak diğer yönlerinin gizlendiği bir Doğu ortaya koymaktadır.  İsminden de anlaşıldığı üzere Anadolu’yu anlatacağını iddia eden filmde öyle bir Anadolu anlatılır ki; ıssız bozkırlar, alt yapının ulaşmadığı elektrik su bulunmayan evler, yer sofrasında yemen yenen sabaha karşı ekmek yoğuran sefil köylüler, pis sokaklar, gürültülü sokaklar, müslüman ağırlıklı bir ülkede aşığı olan kadınlar, gayri meşru çocuklar, diri diri adam gömen caniler[2]… 
       
  Böylesi mezbelelik bir yerde yaşayan insanları filme çeken yönetmenin, geleneksel Türk toplumunun ve İslam dinin sonucu olarak eline geçirdiği “erk”i, beslendiği toplumu canavarlaştırıp,hakir görerek Batı’nın algısını yönetmesi Batı’nın “şark” sıfatına bir düğüm daha atarak kendisini de bozkırda yetişmiş Şarkistanlı bir sinemacıdan öteye taşımıyor.
     İklimler filmi ele alındığında;
   İklimler, Türk toplumun “sanatçı” ya da “entelektüel” diye betimlenebilecek bir  kesimi konu edinmiştir. Filmin resmi internet sitesinde “iki yalnız ruh” olarak betimlenen film, Ceylan’ın cinsiyetçi yaklaşımın hakim olduğu diğer bir anlatıdır. İsa ve Bahar beraberdirler, tatile giderler tatilde masa başındaki mavrada* Bahar, asabi, huzursuzluk çıkaran bir kadın olarak çizilmiştir. Alt metnini bakıldığında Bahar’ın mutsuz ilişkisi tavırlarına yansımaktadır. İsa, Bahar’dan ayrılmak istediğini kumsalda Bahar’a söyler. Bahar’ın güneşlenirken gördüğü sanrı da aslında yaşadıkları iki kişilik yalnızlığı betimleyen cinstendir. İsa ile bahar ayrılırlar, Bahar’ı evine uğurlayan İsa son derece duygusuzca görev yerine getiriyormuş gibi bir izlenim bırakır. Aradan zaman geçer, İsa İstanbul’a döner ve daha önce ilişki yaşadığı arkadaşının sevgilisi olan Serap ile buluşur. Film her ne kadar kadına pejoratif bir yaklaşımda bulunsa da İsa’nın Serap ile buluşmalarındaki sevişme sahnesi; eğitimli de olsa Türk erkeğinin “sevişme”den, id’e bağlı bir gestus olarak anlamadığını, çiftleşmeyi “sevişme” zannettiğinin açık bir göstergesidir. Kendinden küçük yaştaki, deneyimsiz bir kadını yatakta tatmin etmenin kolaycılığını seçtiği Bahar ile yaşadığından farklı olarak; Serap ile sevişmesinde deneyimli bir kadına kendini ispat etmeye çalışırken, üstelik rakibi olan diğer erkekle yarıştığı izlenimiyle adölesan, ilkel üstelik gülünç bir profil çizmektedir. Serap ile ikinci buluşmada Serap’ın Bahar ile ilgili olarak “Ağrı’da dizi çekiminde olduğunu” söylemesinden ziyade bunu Mimar Nevzat’ın Bahar’a söylemesi, İsa’nın Ağrı’ya gitmesine neden olur. Çünkü Bahar, belli ki kendini yeni bir hayat kurmuştur ve acaba Nevzat ile bir ilişkisi mi vardır? Bu noktada yine rekabet duygusuyla ve egosantrik biçimde yeniden Bahar’ın yaşamının kahramanı olma arzusu İsa’yi Ağrı’ya dek götürür. İsa, Ağrı’ya gider ve aniden Bahar’a evlenme teklif eder. Bahar evlenme teklifini red ededer; fakat “değiştiğini, dönüştüğünü” söyleyen İsa, ayrılacakları sabah Bahar kendi yaşamı adına duygu dünyasının perdesini aralayan dokunaklı rüyasını anlattıktan sonra, İsa, “göbeğini kaşıyan adam” gestusuyla onun rüyasıyla ilgilenmez. İsa değişmemiştir.
  Nuri Bilge Ceylan’ın kadınları üç boyutlu olarak incelendiğinde hiçbirinin doğru düzgün bir meslekleri yoktur. Bahar dondurucu soğukta setlerde sürünür, Serap kitapçılarda boş boş dolanmaktadır,  muhtarın kızı köyde çürüyüp gidecektir, Nihal koca parası yiyen bir ev hanımıdır, Necla, İstanbul’dan nevşehir’e kaçmıştır. Kadınlar erkeğe bağımlı, çaresiz tiplerdir. Oysa ki Türk toplumunda iş alanında büyük başarılara sahip, yaşamın pratiğinde söz sahibi olan pek çok kadın varken bu kadınların seçilmi olma sebebinin özellikle seçildiği bunun altında da yine Şarkistanlı düşünce yapısı olduğu düşünülmektedir.[1]


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder