27 Eylül 2016

Ankara Devlet Tiyatrosu'nda Sahnelenen 'Macbeth' Oyunu İçin Kaleme Aldığım Broşür Yazısı

                                             
                     
                                                                        İktidar Kirletir, Mutlak İktidar Mutlaka Kirletir.
                                                                                                                     Michael  Bacunin
                 Dünya yazınında literatürün yapı taşı sayılan, tarihi verilerden yola çıkılarak kaleme alınan çoğu tiyatro eserinin temelinde, tutku, hırs saikıyla iktidarı ele geçirmek için uygulanan entrikalar, cinayetler, tiyatro ozanları tarafından sıklıkla konu edilmiştir. Bu yapı taşlarının dünyaca tanınan en önemli ustalarından William Shakespeare de tragedyalarının çoğunda “iktidar” olgusunu kelimelere dökmüştür. Arkaik dönemde insanoğlunun ”ayakta kalmak, idame ettirebilmek” direnciyle sınırlı olan “güç arayışı”, bulunduğumuz çağa gelinceye dek sunturlu bir değişikliğe uğramıştır. Beşerin, bir başka canlıya ya da doğaya galip gelmek gayesi “diğer insanların”, dolayısıyla “diğer toplumların” varlığını fark etmesiyle bugün kullandığımız anlamıyla hükmetmek olarak zuhur eder. Focault bunu; “İktidar yalnızca birileri tarafından, diğerlerine uygulanan bir şeydir” sözleriyle açıklar. Foucoultgil anlayış, insanın “vücut” üzerinde, “şeyler” üzerinde eyleyen bir şiddet ilişkisi olduğunu, zorlayıp, eğip büktüğünü, kırıp,  yıktığını savunur. Elias Canetti ise bu kavramı; “kedi, fare metaforu” ile açıklayarak; iktidarın yapısından dolayı, diğer iktidarlar ile çatışarak varlığını sürdürdüğünü belirtir.
 W.Shakespeare’in “muktedirlik” olgusunu belirgin bir biçimde işlediği, en karanlık tragedyası olarak tanımlanan “Macbeth” adlı oyunu kaleme alırken, Raphael Holinshed ve İskoç Filozof Hector Boece’nin, 1005-1057 yılları arasında hüküm sürmüş İskoç Kral Mac Bethad hakkında yazdıklarından etkilendiği varsayılır. Tarihte Mac Bethad, babasının ölümü üzerine Glamis Beyi, ardından kuzeni kral I.Duncan’ı Elgin Savaşı’nda yenerek İskoçya kralı olmuştur. 1054 yılında Northumbria Beyi Siward, Duncan’ın oğlu Malcolm’a yardım amacıyla İskoçya’yı istila etmiştir. Üç yıl sonra yapılan savaşta Macbeth’i öldüren Malcolm, İskoçya tahtına geçer. Leydi Macbeth’in ilk eşinden olma oğlu Lulach, üvey babasının öldürülmesinden sonra tahta geçen Malcolm’a karşı ayaklanır; ancak öldürülür. 
Kuşkusuz Shakespeare’in bu tarihsel olayı “Macbeth” tragedyasına konu olarak seçmesinin nedeni yaşadığı dönemdeki toplumsal koşullardan kaynaklanmaktadır. İskoç Kralı VI. James’in İngiltere Kraliçesnin ölümü üzerine tahta çıkar. Fanatik bir katoliğin 1605 yılında, kralı ve soyluları hedef alarak parlamento binasını havaya uçurmaya çalşarak başarısız olması, Shakespeare’in ilgisini İskoç tarihine yöneltmiştir.
 Dünya prömiyeri 1606 yılında gerçekleşen  “Macbeth” oyununda Shakespeare, tarihsel gerçeklikten yola çıkarak güncelliğini 21.yüzyılda dahi koruyan eserini kaleme almıştır. Oyunda güçlü veçhe sahip bir komutan olan Macbeth, savaşta elde ettiği başarısı neticesinde, (meydanda tezahür ederek gelecekten haber veren üç cadının kehanetinin de gerçekleşmesiyle) kuzeni olan Kral Duncan tarafından Cawdor Bey’i ilan edilir. Macbeth’in, Cawdor Bey’i olduğu gün Kral, Macbeth’in şatosunu ziyaret edecektir. Macbeth, şatoyu onurlandıracak konuğun müjdesini Leydi Macbeth’e vermek üzere yola çıkar. Macbeth’i sarih bir mutlulukla bekleyen Leydi Macbeth, “kocasının”  krallık makamına yükselebileceği bir plan yapar. Leydi, kraliçelik ereğini gerçekleştirmek için kurguladığı cinayeti akılcılaştırarak kocasını ikna etmeyi başarır. Freud’a göre Leydi Macbeth, edilgen ve kararsız olan Macbeth’i cinayet için adeta telkin etmeye çalışır.
              Oyunu Shakespeare’in diğer tragedyalarından ayıran en büyük özellik, kötülüğün  “Goneril” ve “İago’da” olduğu gibi soğukkanlı ve taş kalpli bir insanlık düşmanı kimliğinde ortaya çıkmamasıdır. Oyunda kötülük; beraberinde getirdiği çelişkilerle hâsıl olur. Macbeth’i diğer trajik kahramanlardan ayıran ise; kendini tutkuyla yansıtmasıdır. Sevgiyle bağlı olduğu Duncan’a canını bağışlayabilecekken, kendi evinde gözünü kırpmadan canını alır. Bu suikast Leydi ve Macbeth için bir nirengi noktası olur, yaşamlarının nihayeti, her mütecavizin sonundan farksız olur.
        Hükmetmenin ilahlaştırılarak “yöneticinin tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğu inancının” çok tanrılı dinler ile tek tanrılı dinlerin en kavrayıcı ortaklığı olduğu bilinmektedir.  Tarih denizinde bu dini ortaklığın Hıristiyanlık öğretisinde de, halka vaaz olarak aktarıldığına tanık olunmuştur. “Ey iyi insanlar, şunu unutmamak gerekir ki, astların üstlerine karşı gelmeleri hiçbir durumda yasal değildir. Çünkü Aziz Paul’ün sözleri çok açıktır: Her kim ki karşı koyar, lanetlenecektir; çünkü karşı koyduğu şey tanrının iradesidir.”
       Bu vaaz bir bakıma muktedir olanın kendini elohalaştırmasıyla, halka “tutkusunun” el verdiği ölçüde zulmetme hakkını da tanımaktadır. Ancak vaaz;  kendini tanrının elçisi olarak gören yöneticinin, solipsist bir yanılgıya düşerek, “tanrısal” sanılmaya zorlanan düzenine, devlete, hâkimiyetine gem vurabilecek, kurum ya da kişileri etkisiz hale getirmek için hazırlanmış plandan başka bir şey değildir.
 Aklıselim ve iman eden her madun kendini tanrıya eş tutanların salt mevcut sistemi korumak için dini öğretiden de kuvvet alarak “zalimlik ettiğini”, hiçbir mukaddes inancın kula kulluk etmeyi kabul etmediğini bilerek, bu ikiyüzlülüğün oksimoron yapısını elbette bilir.
Kutsallıkla bezenmiş devlet politikasının ateşli savunucularından biri de I.James; yani Shakespeare’in Macbeth’i yazdığı dönemin kralıdır. I.James, ülkeyi kırk altı yıl yöneten Elizabeth’in ardından tahta çıkmış; isyan korkusunu dindirmeye çalışırken girişilen başarısız suikast nedeniyle korkuları yeniden canlanmıştır.
I.James’in 1604 yılında yasalaştırdığı “Cadı Kanunu” da krallığın mutlakıyeti için bir nevi tırabzan görevi gören Hıristiyanlığa, devlet teşkilatının hizmet etmesi olarak görülebilir. Söz konusu kanuna göre, şeytanla ilişki kurmak, şeytani ruhların faaliyette bulunup bulunmadığına bakılmazsızın suç ve cadılık olarak görülür.   
Shakespeare, bu yasadan etkilenmiş olacak ki, oyunda cadıları yoğun biçimde kullanır. Cadılar ilk olarak Macbeth’in karşısına savaş meydanında çıkar; ona, “Cawdor Bey’i ve kral olacağını” söyler. İlk kehanetlerinin gerçekleşmesinden etkilenen Macbeth, cadılara defaten danışmaktan kaçınmaz. Leydi Macbeth de “gecenin karanlık elçileri”ne seslenerek bir bakıma gizil âleme selam gönderir.
Max Weber, iktidarı; “başkalarının neler yapacağını doğru biçimde önceden görebilme yeteneği” olarak tanımlar. Kimi iktidar sahiplerinin bu meziyete ulaşmak adına geçmişte de şaman kamından, kâhinden, düğümlere üfleyenlerden icazet alarak hareket ettiği bilinmektedir. Macbeth de bu yetiye sahip olabilmek için cadılara yakararak danışmaktan çekinmez. Bu meşveret geleneği zaman içinde bilimin ilerlemesi ile birlikte yerini bilimsel doktrinlere bırakmıştır. Ancak bilim dahi erk sahibinin zalimleşmesine engel olamamıştır. Örneğin 1924 yılında başa geçen Stalin, tarlalarına el koyup, yiyecek bulamayan milyonlarca köylünün açlıktan ölmesine sebep olmuştur. “Gulag” adı verilen çalışma kamplarında kitle katliamı gerçekleştirmiştir. Stalin’i bu denli zalim hale getiren etken; inandığı, baş koyduğu materyalist felsefe ve bu felsefenin temel dayanağı olan Darwin’in evrim teorisi olmuştur. Darwinist fikirlerle yola çıkan Stalin döneminde Sovyetler Birliği’nin, görülmemiş eziyetlere teslim bir kaos ortamına döndüğü bilinmektedir.
 “İhtirasın doymak bilmeyen bir canavar” olduğu düşüncesiyle pek çok cinayet işleyen Macbeth, fetih arzusuyla gittikçe gaddarlaşır. Floransalı düşünür Niccolo Machiavelli, Hükümdar ve Söylevler’de başarılı yönetimin kurulabilmesi için hükümdarın sahip olması gereken özellikleri anlatırken; despota, halkı bir arada tutabilmek için kaba güç kullanımını ve hileyi iki önemli yol olarak gösterir. Machiavelli’nin görüşleri diplomasi tarihinde çokça tartışılmıştır; ancak bunların en önemli müsebbibi, Machiavelli’ye atfedilen “Amaçlar araçları meşru kılar” ilkesidir. Bu mottonun karşılığı, eğer amaçlarımız doğru ise, bu amacı gerçekleştirmek için en adi hile ve kaba kuvvete dayanan araçları kullanmamızın dahi meşru olduğudur. Machiavelli siyasal amacı, iktidara gelme ve onu sürdürme olarak belirler.    
 Sürdürme, kontrol altında tutma arzusu, Leydi Macbeth ve Macbeth’i dünyevi unsurların dışında apokaliptik öğeleri amaçları doğrultusunda harekete geçirmeye iter. Kendileri dışında  var olan her şeyi yok sayarak nobran bir görüntü çizen Leydi ve Macbeth adeta birbirlerinin mütemmim cüzü gibidirler. Macbeth çiftinin süfli haykırışları onları rahmani olmaktan çıkarır. Macbeth, ilk cinayeti işledikten hemen sonra iblise teslim oluşunu “Âmin diyemedim, neden âmin diyemedim?” sözleriyle doğrular. Kötücül olan ile işbirliği C. Marlowe tarafından yazılan Dr. Faustus’da da karşımıza çıkmaktadır. Bir tanrıbilimci olan Dr. Faustus’un tanrıya rakip olma hırsı, kendisine bahşedilenler yeterli olmayınca ruhunu şeytana satmasına dek varır.
Kral James idaresindeki İngiltere’de kadınlara yönelik pek çok kısıtlayıcı müdahalelerin söz konusu olduğu bilinmektedir. Kimi eleştirmenlerce cinsiyetsizmiş gibi yorumlanan, kullandıkları kelimeler semantik açıdan bir şey ifade etmiyormuş gibi görünen oysa ki, kralın danışmanlık görevini üstlenmeleri bakımından bir nevi devleti yöneten cadıların, Macbeth’i yanlış yönlendirip, yıkımını hazırlamaları maderşahi bir öç olarak değerlendirilebilinir. Yine patriarkal sistemde kadınların görmezden gelinmesine bir manifesto olarak karşımıza çıkan Leydi Macbeth, gözünü kırpmadan eşini zorbalığa teşvik etmek için katalizör görevi üstlenir. Ne var ki Leydi, bu denli nadanlığa ruhen dayanamaz. Katlettikleri Duncan’ın kanının lanetinden kurtulmak istercesine günlerce ellerini yıkar; ancak mutlak iktidarın kirlettiği ellerini temizleyemez. Arabistan’nın bütün ıtırlarının rayihası dahi Leydi’nin ellerindeki kan kokusunu geçirmeye yetmeyecektir. Tıpkı ağabeyi Şehzade Mustafa’nın taht kavgası nedeniyle boğdurulmasına tanık olan Şehzade Cihangir gibi, Leydi Macbeth de akli melekelerini yitirir. Gözü bürünen Macbeth’i ise Leydi’nin ölüm haberi bile durdurmaz, çünkü iktidarı bırakıp gitmek için vakit hep erkendir.
Görüldüğü gibi erk tutkusuyla eyleyen zorbalık, yüzyıllar boyunca farklı suretlerle ancak bildik sonuçlarla karşımıza çıkmaktadır.  Elbette tiranlığa dur diyebilme cesaretini gösterebilmiş devlet adamları da vardır. Yirminci yüzyılın diktatörü Adolf Hitler’in II.Dünya Savaşı sırasında İsmet İnönü’ye gönderdiği gözdağı niteliğindeki mektuba cevaben,  herhangi bir yabancı devletin kazanacağı zafer açısından hüküm yürütülmesine müsaade edemeyeceğini milli egemenlik alanı içinde gerçekleşecek her müdahaleye karşı koymaya azimli olduğunu bildirmesi bunun en yakın örneklerinden biridir. İnönü gibi Cicero’nun siyasal öğretisini düstur edinmiş, kirlenmemiş sabık yöneticiler de yok değildir.
Kim bilir Macbeth de kendine “dur” diyebilseydi kirli yazgısını değiştirebilir miydi?

Pınar MERTERKEK
DRAMATURG  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder