İktidar Kirletir, Mutlak İktidar Mutlaka Kirletir.
Michael
Bacunin
Dünya yazınında literatürün yapı taşı sayılan, tarihi verilerden yola çıkılarak
kaleme alınan çoğu tiyatro eserinin temelinde, tutku, hırs saikıyla iktidarı
ele geçirmek için uygulanan entrikalar, cinayetler, tiyatro ozanları tarafından
sıklıkla konu edilmiştir. Bu yapı taşlarının dünyaca tanınan en önemli
ustalarından William Shakespeare de tragedyalarının çoğunda “iktidar” olgusunu
kelimelere dökmüştür. Arkaik dönemde insanoğlunun ”ayakta kalmak, idame
ettirebilmek” direnciyle sınırlı olan “güç arayışı”, bulunduğumuz çağa
gelinceye dek sunturlu bir değişikliğe uğramıştır. Beşerin, bir başka canlıya
ya da doğaya galip gelmek gayesi “diğer insanların”, dolayısıyla “diğer
toplumların” varlığını fark etmesiyle bugün kullandığımız anlamıyla hükmetmek
olarak zuhur eder. Focault bunu; “İktidar yalnızca birileri tarafından,
diğerlerine uygulanan bir şeydir” sözleriyle açıklar. Foucoultgil anlayış,
insanın “vücut” üzerinde, “şeyler” üzerinde eyleyen bir şiddet ilişkisi
olduğunu, zorlayıp, eğip büktüğünü, kırıp, yıktığını savunur. Elias Canetti ise bu kavramı;
“kedi, fare metaforu” ile açıklayarak; iktidarın yapısından dolayı,
diğer iktidarlar ile çatışarak varlığını sürdürdüğünü belirtir.
W.Shakespeare’in “muktedirlik”
olgusunu belirgin bir biçimde işlediği, en karanlık tragedyası olarak
tanımlanan “Macbeth” adlı oyunu kaleme alırken, Raphael Holinshed ve İskoç
Filozof Hector Boece’nin, 1005-1057 yılları arasında hüküm sürmüş İskoç Kral
Mac Bethad hakkında yazdıklarından etkilendiği varsayılır. Tarihte Mac Bethad,
babasının ölümü üzerine Glamis Beyi, ardından kuzeni kral I.Duncan’ı Elgin
Savaşı’nda yenerek İskoçya kralı olmuştur. 1054 yılında Northumbria Beyi
Siward, Duncan’ın oğlu Malcolm’a yardım amacıyla İskoçya’yı istila etmiştir. Üç
yıl sonra yapılan savaşta Macbeth’i öldüren Malcolm, İskoçya tahtına geçer.
Leydi Macbeth’in ilk eşinden olma oğlu Lulach, üvey babasının öldürülmesinden
sonra tahta geçen Malcolm’a karşı ayaklanır; ancak öldürülür.
Kuşkusuz
Shakespeare’in bu tarihsel olayı “Macbeth” tragedyasına konu olarak seçmesinin
nedeni yaşadığı dönemdeki toplumsal koşullardan kaynaklanmaktadır. İskoç
Kralı VI. James’in İngiltere Kraliçesnin ölümü üzerine tahta çıkar. Fanatik bir
katoliğin 1605 yılında, kralı ve soyluları hedef alarak parlamento binasını
havaya uçurmaya çalşarak başarısız olması, Shakespeare’in ilgisini İskoç
tarihine yöneltmiştir.
Dünya
prömiyeri 1606 yılında gerçekleşen “Macbeth” oyununda Shakespeare,
tarihsel gerçeklikten yola çıkarak güncelliğini 21.yüzyılda dahi koruyan
eserini kaleme almıştır. Oyunda güçlü veçhe sahip bir komutan olan Macbeth,
savaşta elde ettiği başarısı neticesinde, (meydanda tezahür ederek
gelecekten haber veren üç cadının kehanetinin de gerçekleşmesiyle) kuzeni
olan Kral Duncan tarafından Cawdor Bey’i ilan edilir. Macbeth’in, Cawdor Bey’i
olduğu gün Kral, Macbeth’in şatosunu ziyaret edecektir. Macbeth, şatoyu
onurlandıracak konuğun müjdesini Leydi Macbeth’e vermek üzere yola çıkar.
Macbeth’i sarih bir mutlulukla bekleyen Leydi Macbeth, “kocasının” krallık makamına yükselebileceği bir plan
yapar. Leydi, kraliçelik ereğini gerçekleştirmek için kurguladığı cinayeti
akılcılaştırarak kocasını ikna etmeyi başarır. Freud’a göre Leydi Macbeth,
edilgen ve kararsız olan Macbeth’i cinayet için adeta telkin etmeye çalışır.
Oyunu Shakespeare’in diğer tragedyalarından ayıran en büyük özellik,
kötülüğün “Goneril” ve “İago’da” olduğu gibi soğukkanlı ve taş kalpli bir
insanlık düşmanı kimliğinde ortaya çıkmamasıdır. Oyunda kötülük; beraberinde
getirdiği çelişkilerle hâsıl olur. Macbeth’i diğer trajik kahramanlardan ayıran
ise; kendini tutkuyla yansıtmasıdır. Sevgiyle bağlı olduğu Duncan’a canını
bağışlayabilecekken, kendi evinde gözünü kırpmadan canını alır. Bu suikast
Leydi ve Macbeth için bir nirengi noktası olur, yaşamlarının nihayeti, her
mütecavizin sonundan farksız olur.
Hükmetmenin ilahlaştırılarak “yöneticinin tanrının yeryüzündeki
temsilcisi olduğu inancının” çok tanrılı dinler ile tek tanrılı dinlerin en
kavrayıcı ortaklığı olduğu bilinmektedir. Tarih denizinde bu dini
ortaklığın Hıristiyanlık öğretisinde de, halka vaaz olarak aktarıldığına tanık
olunmuştur. “Ey iyi insanlar, şunu unutmamak gerekir ki, astların üstlerine
karşı gelmeleri hiçbir durumda yasal değildir. Çünkü Aziz Paul’ün sözleri çok
açıktır: Her kim ki karşı koyar, lanetlenecektir; çünkü karşı koyduğu şey
tanrının iradesidir.”
Bu vaaz bir bakıma muktedir olanın kendini elohalaştırmasıyla, halka “tutkusunun” el verdiği ölçüde zulmetme
hakkını da tanımaktadır. Ancak vaaz; kendini tanrının elçisi olarak gören
yöneticinin, solipsist bir yanılgıya düşerek, “tanrısal” sanılmaya zorlanan düzenine,
devlete, hâkimiyetine gem vurabilecek, kurum ya da kişileri etkisiz hale
getirmek için hazırlanmış plandan başka bir şey değildir.
Aklıselim ve iman eden her
madun kendini tanrıya eş tutanların salt mevcut sistemi korumak için dini öğretiden
de kuvvet alarak “zalimlik ettiğini”, hiçbir mukaddes inancın kula kulluk
etmeyi kabul etmediğini bilerek, bu ikiyüzlülüğün oksimoron yapısını elbette
bilir.
Kutsallıkla bezenmiş devlet
politikasının ateşli savunucularından biri de I.James; yani Shakespeare’in
Macbeth’i yazdığı dönemin kralıdır. I.James, ülkeyi kırk altı yıl yöneten Elizabeth’in
ardından tahta çıkmış; isyan korkusunu dindirmeye çalışırken girişilen
başarısız suikast nedeniyle korkuları yeniden canlanmıştır.
I.James’in 1604 yılında
yasalaştırdığı “Cadı Kanunu” da krallığın mutlakıyeti için bir nevi tırabzan
görevi gören Hıristiyanlığa, devlet teşkilatının hizmet etmesi olarak
görülebilir. Söz konusu kanuna göre, şeytanla ilişki kurmak, şeytani
ruhların faaliyette bulunup bulunmadığına bakılmazsızın suç ve cadılık olarak
görülür.
Shakespeare, bu yasadan etkilenmiş
olacak ki, oyunda cadıları yoğun biçimde kullanır. Cadılar ilk olarak Macbeth’in
karşısına savaş meydanında çıkar; ona, “Cawdor Bey’i ve kral olacağını” söyler.
İlk kehanetlerinin gerçekleşmesinden etkilenen Macbeth, cadılara defaten
danışmaktan kaçınmaz. Leydi Macbeth de “gecenin karanlık elçileri”ne seslenerek
bir bakıma gizil âleme selam gönderir.
Max Weber, iktidarı; “başkalarının
neler yapacağını doğru biçimde önceden görebilme yeteneği” olarak tanımlar. Kimi iktidar
sahiplerinin bu meziyete ulaşmak adına geçmişte de şaman kamından, kâhinden,
düğümlere üfleyenlerden icazet alarak hareket ettiği bilinmektedir. Macbeth de
bu yetiye sahip olabilmek için cadılara yakararak danışmaktan çekinmez. Bu
meşveret geleneği zaman içinde bilimin ilerlemesi ile birlikte yerini bilimsel
doktrinlere bırakmıştır. Ancak bilim dahi erk sahibinin zalimleşmesine engel
olamamıştır. Örneğin 1924 yılında başa geçen Stalin, tarlalarına el koyup,
yiyecek bulamayan milyonlarca köylünün açlıktan ölmesine sebep olmuştur.
“Gulag” adı verilen çalışma kamplarında kitle katliamı gerçekleştirmiştir.
Stalin’i bu denli zalim hale getiren etken; inandığı, baş koyduğu materyalist
felsefe ve bu felsefenin temel dayanağı olan Darwin’in evrim teorisi olmuştur.
Darwinist fikirlerle yola çıkan Stalin döneminde Sovyetler Birliği’nin,
görülmemiş eziyetlere teslim bir kaos ortamına döndüğü bilinmektedir.
“İhtirasın doymak bilmeyen
bir canavar” olduğu düşüncesiyle pek çok cinayet işleyen Macbeth, fetih
arzusuyla gittikçe gaddarlaşır. Floransalı düşünür Niccolo Machiavelli, Hükümdar
ve Söylevler’de başarılı yönetimin kurulabilmesi için hükümdarın
sahip olması gereken özellikleri anlatırken; despota, halkı bir arada
tutabilmek için kaba güç kullanımını ve hileyi iki önemli yol olarak gösterir.
Machiavelli’nin görüşleri diplomasi tarihinde çokça tartışılmıştır; ancak
bunların en önemli müsebbibi, Machiavelli’ye atfedilen “Amaçlar araçları
meşru kılar” ilkesidir. Bu mottonun karşılığı, eğer amaçlarımız doğru ise,
bu amacı gerçekleştirmek için en adi hile ve kaba kuvvete dayanan araçları kullanmamızın dahi meşru olduğudur.
Machiavelli siyasal amacı, iktidara gelme ve onu sürdürme olarak belirler.
Sürdürme, kontrol
altında tutma arzusu, Leydi Macbeth ve Macbeth’i dünyevi unsurların dışında
apokaliptik öğeleri amaçları doğrultusunda harekete geçirmeye iter. Kendileri
dışında var olan her şeyi yok sayarak nobran bir görüntü çizen Leydi ve
Macbeth adeta birbirlerinin mütemmim cüzü gibidirler. Macbeth çiftinin süfli
haykırışları onları rahmani olmaktan çıkarır. Macbeth, ilk cinayeti işledikten
hemen sonra iblise teslim oluşunu “Âmin diyemedim, neden âmin diyemedim?”
sözleriyle doğrular. Kötücül olan ile işbirliği C. Marlowe tarafından
yazılan Dr. Faustus’da da karşımıza çıkmaktadır. Bir tanrıbilimci olan Dr.
Faustus’un tanrıya rakip olma hırsı, kendisine bahşedilenler yeterli olmayınca
ruhunu şeytana satmasına dek varır.
Kral James idaresindeki İngiltere’de
kadınlara yönelik pek çok kısıtlayıcı müdahalelerin söz konusu olduğu
bilinmektedir. Kimi eleştirmenlerce cinsiyetsizmiş gibi yorumlanan,
kullandıkları kelimeler semantik açıdan bir şey ifade etmiyormuş gibi görünen
oysa ki, kralın danışmanlık görevini üstlenmeleri bakımından bir nevi devleti
yöneten cadıların, Macbeth’i yanlış yönlendirip, yıkımını hazırlamaları
maderşahi bir öç olarak değerlendirilebilinir. Yine patriarkal sistemde
kadınların görmezden gelinmesine bir manifesto olarak karşımıza çıkan Leydi
Macbeth, gözünü kırpmadan eşini zorbalığa teşvik etmek için katalizör görevi
üstlenir. Ne var ki Leydi, bu denli nadanlığa ruhen dayanamaz. Katlettikleri
Duncan’ın kanının lanetinden kurtulmak istercesine günlerce ellerini yıkar;
ancak mutlak iktidarın kirlettiği ellerini temizleyemez. Arabistan’nın bütün
ıtırlarının rayihası dahi Leydi’nin ellerindeki kan kokusunu geçirmeye
yetmeyecektir. Tıpkı ağabeyi Şehzade Mustafa’nın taht kavgası nedeniyle
boğdurulmasına tanık olan Şehzade Cihangir gibi, Leydi Macbeth de akli
melekelerini yitirir. Gözü bürünen Macbeth’i ise Leydi’nin ölüm haberi bile
durdurmaz, çünkü iktidarı bırakıp gitmek için vakit hep erkendir.
Görüldüğü gibi erk tutkusuyla
eyleyen zorbalık, yüzyıllar boyunca farklı suretlerle ancak bildik sonuçlarla
karşımıza çıkmaktadır. Elbette tiranlığa dur diyebilme cesaretini
gösterebilmiş devlet adamları da vardır. Yirminci yüzyılın diktatörü Adolf
Hitler’in II.Dünya Savaşı sırasında İsmet İnönü’ye gönderdiği gözdağı
niteliğindeki mektuba cevaben, herhangi bir yabancı devletin kazanacağı
zafer açısından hüküm yürütülmesine müsaade edemeyeceğini milli egemenlik alanı
içinde gerçekleşecek her müdahaleye karşı koymaya azimli olduğunu bildirmesi
bunun en yakın örneklerinden biridir. İnönü gibi Cicero’nun siyasal öğretisini
düstur edinmiş, kirlenmemiş sabık yöneticiler de yok değildir.
Kim bilir Macbeth de kendine “dur”
diyebilseydi kirli yazgısını değiştirebilir miydi?
Pınar MERTERKEK
DRAMATURG
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder