12 Eylül 2016

Film Eleştirisi

Uzun Hikaye filmi üzerine...



                                                                           Kaderin yayı kurulu durur, zamanı gelince boşalır…


            Türk literatürünü sayısız yapıtları ile taçlandırmış, birçok edebiyat dergisine katkıda bulunmuş edebiyatçılarımızdan Mustafa Kutlu’nun “Uzun Hikaye”si geçtiğimiz yıllarda Osman Sınav’ın gözüyle sinemaya uyarlanmıştır. “Uzun Hikaye”nin sinematografik niteliğinden söz etmeden önce, senaryonun uyarlamada eksen aldığı öykücüyü tanımanın izdüşümleri adına önemli olduğu görülmektedir. Metin Erksan ve Lütfi Akad'a göre 'çok büyük bir hikayeci’ olarak nitelendirilen Mustafa Kutlu, mütefekkirdir, ressamdır, senaristtir, şairdir; ancak nümayişten uzak bir hayatı tercih etmesi, şimdilerde sadece romanlarda görebileceğimiz edebi ve yüksek mahçubiyeti, kendisini gizliden ve sessizce bir hikayeci olarak ifade etmesine imkan tanımaktadır. Mustafa Kutlu'nun her öyküsü ve her sohbeti bir şiir, hakikatli bir resim, sıkılaştırılmış bir roman, yalın ve derin bir film olarak görülür kimilerince…
                Olabildiğince kısa olan “Uzun Hikaye” aslında roman olacak kadar otojenik, yanı sıra aydınlık üslubuyla öne çıkan bir dramatik yapıya sahiptir. Öyküde olaylar birinci ağızdan anlatılır… Tıpkı filmde olduğu gibi, Yiğit Güralp’in senaryoyu kaleme alırken, öyküde kullanılan “anlatıcı” öğesine, senaryoda da sadık kaldığı görülmektedir.
            Tüm zamanların ruhunu elinde tutan tematik öğelere sahip olan filmde ana hatlarıyla; kader, hak, adalet, devletin soğuk yüzü, kralcılık, kök salamamak, kasaba yaşamı, farklılıklara tahammülsüzlük vb. temalar toplumsal bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Filmde konu edilen kader olgusu diğer bir deyişle sorgulanmaktadır; nedir kader, önceden belirlenmiş bir yazgı mıdır, ahirimizi kendimizin yazdığı bir kitap mıdır? Sağlam önermesiyle bu soruya yanıt aranırken,  dramatik olayın; birey x toplum, birey x düzenin yıkıcılığı, iyi x kötü çatışmalarına dayandırılarak kurulan filmde adeta masalsı bir düzlemde epik bir kahraman çizilmektedir. Sağlam yapılı önerme, sağlam çatışmaları ve kişileştirme düzlemini keskinleştirmeyi başarmıştır. Filmin eksen kişisi Bulgaryalı Sosyalist Ali’yi, Kenan İmirzalıoğlu canlandırmaktadır. Anlatılan hikayenin sıcaklığını, içtenliğini hiçbir abartıya gereksinmeden son derece intim bir çizgide, inandırıcılık öğesini adeta kuvvetlendiren en büyük unsur olarak canlandıran oyuncu, bio-psko-sosyal üç boyutlu özellikleriyle Bulgaryalı Sosyalist Ali’yi elimizi uzatsak dokunacakmışız gibi hissettiren sahiciliğiyle başarılı bir biçimde yansıtmıştır. Ali’nin her durumda umutla devcileyin gülümsemesi, lapiska saçlı karısı Münire’nin(Tuğçe Kazaz) vefatıyla kanayarak ağlaması eski zamanların hakikatliliğinde kaybolmamıza salık vermektedir. Buharlı rayların üzerinde geçen hayatlarının oğulları Mustafa’nın gözünden anlatıldığı hikayede, Bulgaryalı Sosyalist Ali karakteri adaletsizliğe tahammül edemeyen, eşitlikten yana, sevda köylü, güçlü bir adamdır. Kişileştirme düzlemi bakımından “karakter” özelliği taşıyan Ali’yi evrensel düzeyde insancıl kılan etkenlerin başında hiçbir doktrine bağlı çizilmemesinden kaynaklanabileceği düşünülmektedir. Solcuların, haktan yana olan, “komunistlerin” aleyhine işleyen süreçleri sıradan kasabaların, sıradan insanlarının bir türlü anlayamadığı; hem rakı içen, hem cuma namazı kılan; daktilosuyla adaletsizliğe karşı yazılar yazan, sevgiyle, emekle, despotluğa karşı çıkan 20.yüzyıl şövalyesidir.
          Kokuşmuş kasaba hayatının yanında, insanların hiç tanımadıkları biri için “çok iyi adam” diyebildiği, kadının sevdiği adama; “paltolar, ayakkabılar eskir, benim aşık olduğum sen eskime!” gibi aşkı kutsayan cümleler kurabildiği, saka kuşu, küpe çiçeği ile ikindi sakinliğinde dingin, tok, mutlu hayatlar yaşanabildiği günlere, çapaksız yalın bir anlatımla izleyicinin duygu dağarı eğilip bükülmeye çalışılmadan, tarafsızca tanık ediliyor. Bunun içindir ki “Uzun Hikaye”nin zaman-mekan algısı önemsizleştirilerek, yürek yansımaları öne çıkıyor.
        Osman Sınav filmde “hicret” metaforuna dikkat çekiyor. Yaşamları boyunca Bulgaryalı Sosyalist Ali, eşi Münire öldükten sonra öncesinde olduğu gibi devamlı kasaba değiştirmek zorunda kalıyor. Birinde belde reisi halkın “hak arayışında” gözünü açtığı için rahatsız oluyor, birinde çalıştığı okulun bahçesine diktiği sebzeleri hakça bölüşmeye yanaşmayan faşist okul müdürü kurulu düzeni bozulduğu için zıtbiliyor. Bir diğerinde ise kasabanın savcısı yazdığı yazılardan dolayı Ali’yi haksız yere tutuklattırıyor. Ali, kitaplardan öğrendikleriyle, Bulgaryalı dedesi Pehlivan Süleyman’ın “ne olursa olsun kimseden korkmaması, güçlü durması” dikteleriyle, kalem tutan eliyle, arzuhalciliğiyle, bilginin getirdiği korkusuzluk, doğruluğun, erdemliliğin, Allah inancının, sağlam imanın getirdiği özgüvenle tüm dünyaya adeta kafa tutarken, “ahlak çemberi içinde” diyar diyar adaleti arıyor. Doktrinler üstü bu eşitlikçi hak arayışı, adaletin aslında kalbimizde olması gerektiği düşüncesine vurgu yapılıyor. Bu yanıyla Ali, Maksim Gorki’nin Ayak Takımı Arasında  adlı yapıtındaki “Doğruluklar Diyarı”nı arayan Luka karakterini anımsatıyor. Çarlık Rusyası’nın son demlerinin yaşandığı dönemdeki yoksulluğun getirdiği omurgasız düzende dürüstlüğüyle nam salmış Luka’nın doğruluklar diyarını bulamaması bizim Gorki’de düştüğümüz umutsuzluktan, “Uzun Hikaye”nin finaliyle geleceğe dair umudumuzu perçinleniyor.
            1994 yılında “Yalancı” filmiyle Altın Portakal Ödülü alan Osman Sınav’ın “Uzun Hikaye” filmi “Yalancı” ile aynı naif çizgide, sebepsiz göz yaşlarına salık veren çizgisiyle “Mustafa Kutlu’ya vefa borcunu” öderken, Türk Sineması’na başyapıt olma özelliği taşıyan bir eser bırakmıştır. Yitirdiğimiz sahici aşk, omurgalı insan, haksızlıklara karşı “sakarca” gibi çığıran sese özdeşlik kurmamızı sağlayan teknik unsurların başında filmin müzikleri, Oya İşboğa’nın sesiyle dinlediğimiz “Ah Bu Gönül Şarkıları” isimli bestesi Safiye Ayla’ya, güftesi Ramazn Gökalp’e ait uşşak makamı şarkılar da öncülük ediyor. Diğer bir deyişle “aşıklar makamı” olan uşşak makamının seçilmesi kuşkusuz “sevdanın” ritüelleşmesine katkıda bulunuyor. Altı aylık hazırlık aşamasının ardından, altı ayrı kasabada çekilen film, hem pelikülüyle, hem fotoğraflarıyla, hem müzikleriyle hem de anlatılan “uzun hikaye” ile yüreklerimizin ince teline nüfuz ediyor.

Pınar MERTERKEK




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder